10 Mayıs 2019 Cuma

Annem'e

Seni sevmekle başladı her şey
İlk seni gördüm
İlk seni duydum

Sevmek nedir bilmezdim önce
Bir yavruyu okşamak
Çiçeklerle konuşmak nedir bilmezdim

Bilmezdim senden uzaklarda
Gönlümün göz yaşlarımda yüzeceğini
Bilmezdim sensizliğin yürek burukluğunu

Ne zaman düşsem sen kaldırır
Düştüğüm karanlıklarda ışığım olurdun
Bilmezdim önceleri, farketmezdim

Seni sevmekle başladı her şey
Ben de sevdim sen gibi
Bilmezdin seni nasıl sevdiğimi

Aklımda hep senin sözlerin
Kalbimde hep senin sevgin
Bilmezdin içimde bir sen olduğunu
Seni sevmekle başladı her şey
Sen gibi güzel, sen gibi naif




17 Mart 2017 Cuma

Bebiş geliyor!

 
Bunu diyeceğim hiç aklıma gelmezdi. Yani bunu demek için daha beklerdim sanırım. Ama insan düşününce neden bekleyelim ki diyor. Neden dünyaya senden ve sevdiğinden bir parça getirmeyesin. Hem de yeterli enerjin, yaşama sevincin varken hala... hele ki böyle bir dünyada!
    İlk zamanlar çok garip duygular içerisindeydim. Sanırım anne olma fikrine henüz tam alışamamıştım. Ne yani şimdi ben de "düşme dikkat et!", "yanına şunu da al bakayım, lazım olur", "paran var mı", "arkadaşının saçını çekme evladım!" gibi cümleler mi kuracağım? Çok garip... Karnınızda bir canlının olması fikri bunu yaşamadan anlayabileceğiniz bir şey değil. O yüzden babaların evlat sevgisini hemen algılaması zor gerçekten, onlara hak veriyorum şimdi. Tabi ki anne adayları da ilk başta karnındaki minik mucizenin farkına varmıyor, onu hissedemiyor ama hormonlarla ve vücuttaki değişimle yavaş yavaş farkına varır hale geliyor. Ne zaman ki minik mucize tekmeleye başlıyor o zaman her şey değişiyor. İçinizdeki o sevimli minikle tekmeleri ile iletişim kuruyorsunuz. Bugün az tekmeledi ya da bugün bir türlü durmadı çok hareketli diyorsunuz.
    Hamile olma ve baba olma fikrine alışan anne baba artık bebğin cinsiyetini öğrenmek istiyor ya da kalsın süpriz olsun diyen de var. Biz öğrenmek isteyenlerdendik. Ama tabi bunu öğrenmek için biraz zaman geçmesi gerekiyordu. Tabi eskisi gibi değil artık sistem. Cinsiyeti öğrenmek için 3 ay beklemenize gerek kalmıyor. Bebekte erken dönemde fark edilebilen down sendromu için bazı testler yaptırmanız gerekiyor. Bunun için ikili, üçlü, dörtlü tarama testleri yapılıyor. Ya da bunlarla uğraşmak yerine hiç beklemeden ve tek seferde yapılan, %99 doğru sonuç veren bir kan testi yaptırıyorsunuz. Biz Prenetal test yaptırdık. Benden kan alındı ve alınan kan aynı gün içerisinde özel bir kargo ile Almanya'ya gönderildi. Oradaki 2 haftalık incelemeler sonrasında size hem telefon ile hem de yazılı olarak sonucu bildiriyorlar. Tabi sizle konuşmadan önce ilk doktoronuz ile iletişime geçiyorlar. Bizi aradıklarında herhangi bir sorun olmadığını söylediler. Ancak "cinsiyeti nedir?" sorusuna bir cevap alamadım onlardan. Bu bilgiyi doktorumuza söylemişler, o bize söyleyebilirmiş ancak (pes doğrusu! ne gerek var bu kadar teferruata diyor insan). Cenin henüz bir hücreyken annede yerleştiği tarafa göre doktorlar cinsiyet tahmininde bulunabiliyorlar. Mesela solda yerleşmişse o zaman doktorunuz size %51 olasılık ile bir erkek bebeğinizin olacağını söyleyebiliyor. Biz de öyle oldu ve açıkcası üzüldüm. Yani tabi ki sağlıklı doğsun yeter ki, erkek mi kız mı çok önemli değil ama ben her zaman kızların evde büyük olmasını isterim. Eğer ondan sonra ona bir kardeş gelirse ve bu bir erkek olursa ona baskı yapmasın diye. Malum Türk milleti abilerin kız kardeşleri üzerinde baskı yapmasını normal karşılıyor (içimdeki feminisit duygular kabardı bak yine) . Eşim de kız çocuğu istiyordu ki bu benim için bulunmaz bir nimetti. "Erkek adamın erkek evladı olur" kafasında biri olmadığını biliyordum ama insan yine de emin olamıyor tabi. Doktorun "bir KIZINIZ olacak" demesi ile ikimiz de rahatladık ve çok ama çok mutlu olduk. Kızımızın olacağını öğrendikten sonra bunu tüm aileye haber verdik tabi :)
    Artık rutin kontroller, kan testleri, tetanos aşısı, şeker yüklemesi, kıyafetleri, yatağı, bezi felan derken bu günleri gördük çok şükür. Yaklaşık 13 haftamız kaldı geriye ve ben olabildiğince sakin olmaya, arkadaşlarımla vakit geçirmeye, işimle ilgilenmeye, spor yapmaya, sağlıklı beslenmeye çalışıyorum. Henüz yolun başındayken anne olmakla ilgili olarak heyecanlı olduğumu söyleyebilirim. Çocuklar bir şekilde büyüyorlar ama bakalım sağ salim istediğim gibi bir birey yetiştirebilecek miyim? Şuan beni asıl düşündüren mesele bu zaten. Eğitiminin en iyi şekilde olması bence çocuklarımıza verebileceğimiz en büyük miras. İleride ona verdiğimiz mirası ya har vurup harman savurur ya da zenginliğine zenginlik katıp etrafına ışık saçan biri olur. Her şey onun elinde...
    Yazıma son vermeden önce şunları da belirtmek isterim ki hamilelik beklediğim kadar zor bir süreç olmadı. İlk 3 ay mide bulantısı ve sık sık tuvalete gitme ihtiyacı dışında herhangi bir zorluk yaşamadım. (Tabi biraz bel ağrım da vardı ama sanırım bu benim ters bir hareket yapmamdan kaynaklandı. Uzunca bir süre geçmedi.) Zaten istediğiniz her şeyi yapabiliyorsunuz bu süre içerisinde. Henüz bir hücre olan bebek sizi pek bir zahmete sokmuyor. Ne fazladan yemenize gerek var, ne geceleri "ayy sırt üstü uyuyakalmışım" gibi bir korku yaşıyorsunuz ne de ayakkabınızı bağlamakta bir sorun yaşıyorsunuz. Her şeyi yapabilirsiniz. Orta 3 aylık dönem hamileliğin balayı dönemi olarak geçiyor. Buna yüzde yüz katılıyorum. Çünkü yine harketlerinizde bir kısıtlama olmazken, yemenize dikkat etmeniz gerekiyor ancak iştahınız yerine geldiği için sabahları yaşadığınız mide bulantılarınız olmuyor. Son 3 aylık döneme yeni girmiş biri olarak durumun tam farkında olamıyorum ama tahminim zor geçecek. Ellerde ve ayaklarda şişmeler, sürekli midemin yanması, bel ağrısı, karnım şiştiği için ayakkabılarımı bağlayamamam, sık sık tuvalete gitme ihtiyacı gibi sorunlar yaşamaya başladım bile.

Anne olmak kolay değil diye boşuna demiyormuş anacıklarımız :)

"Dünyayı hiç değilse bir günlüğüne allı pullu bir balon gibi verelim oynasınlar oynasınlar türküler söyleyerek yıldızların arasında dünyayı çocuklara verelim kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi hiç değilse bir günlüğüne doysunlar dünyayı çocuklara verelim bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı çocuklar dünyayı alacak elimizden ölümsüz ağaçlar dikecekler"

Nazım Hikmet Ran

14 Haziran 2016 Salı

Evlilik

      Uzun zamandır tatmadığım duyguları hissediyordum. Şefkat, sahiplenme, güven, saygı, sevgi, sevecenlik... hepsi bir aradaydı. Yüreğim deli gibi çarpıyordu. Ne uzak kalabiliyordum ondan ne de çok yakınına yaklaşabiliyordum. Dur diyordum, dur ve kendine gel. Bekle, sabret. Belki o doğru insan değil. Yıllarca yanında olmasını istediğin kişi belki de o değil.  Hele bir doğsun güneş, sarmalar gökkuşakları seni. Güneşin doğmasını bekle ve yüreğini dinle.

    Hayatımda bu zamana kadar hep yüreğimle harekettim ve yine onu dinledim. Nerede huzurluysam, nerede mutluysam oraya gittim, yani onun yanına. Her gördüğümü o da görsün, her tattığımı o da tatsın, her düşündüğümü o da bilsin, anlatsın, yesin, baksın, koklasın, gülsün istedim.

    Her masalda olduğu gibi bir gün uzak düştük biz de. Hayatın size neler getireceğini bilemezdiniz elbette. Sevdiğinin uzakta olması ne demekmiş ilk o zaman anladım. İlk o zaman tattım ayrılığın tadını. Bu tamamen bir ayrılık değilse de, kısa süreli bile olması dayanılmaz geldi bana. Yarımdı her şeyim, anlattığım, düşündüğüm, yediğim, içtiğim... hepsi yarımdı. Madem o gelemiyor bana ben giderim ona dedim ve kendimi Rusya'da buluverdim. Kavuştum sevdiğime. Yüreğim başarısını kutluyor tabi, hızlı tempo şarkı eşliğinde. Nazım'ın topraklarındaydım. Vera ile kavuştukları, yaşadıkları, güldükleri, el ele sokakta dolaştıkları yerdeyim.

    İlk işimiz Nazım'a gitmek olmuştu. Tüm devlet büyüklerinin gömülü olduğu bir mezarlıktı burası. Ruslar layık bulmuşlardı Nazım'ı devlet büyüklerinin, düşünürlerin olduğu bu mezarlığa gömülmesine... Biz bilemedik kıymetini... Nazım'ın mezarlığı tam da resimlerde gördüğüm gibi. Yanında Vera'sıyla birlikte...
Sevdiğim sen işte tam orada hem de hiç beklemediğim bir an da okudun bana o şiiri.
Şiir ağzından uzayın derinliklerinde kaybolurken ben bir kelimesini dahi anlayamamıştım. Sanki aklım başka bir yerde, sanki orada değildim. Oradan başka bir alemdeydim. Kendime geldiğimdeyse elinde bir yüzük vardı. Soru dolu gözlerle bakıyordun bana. Öyle candan, öyle içten, öyle sevilesi... Bir süre bir sana bir yüzüğe baktım. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemedim. Evet kabul ediyorum gafil avladın beni. Yüreğin ne alemdeydi o zaman diye sorarsan hiç sorma derim. Bir deli ne haldeyse o haldeydi. Sonra ağzımdan 'Evet' çıktı. Aldın elimi eline ve taktın yüzüğü parmaklarıma. Ellerin titriyordu o an. Senin gözlerinde yaşlar, benimkin de zaten. Sarıldık sıkıca, sonra el ele yürümeye başladık mezarlar arasında. Ne kadar sustuk bilmem ama sonra başladık konuşmaya. İlk dediğinse 'oh rahatladım. üstümden yük kalktı oldu.' Benimse 'hiç böyle hayal etmemiştim, keşke diz çöküp teklif etseydin' oldu. "Yüzüğü bir seferliğine tekrar çıkar bu sefer düzgün teklif edeyim. Ama bu yüzük bir daha çıkmayacak haa ona göre" diyerek aldın yüzüğü benden. Yine aynı yerde, aynı şiirle, kendi cümlelerinle bir teklif daha aldım senden. Ama bu kez dizlerinin üstündeydin. Heyecandan unutmuştun dizlerinin üstüne çökmeyi.
O anı benim için unutulmaz, tekrar tekrar yaşanılası bir anı oldu.

İyi ki seni tanımışım, iyi ki varsın bir tanem...

Sevdiğin müddetçe
Ve sevebildiğin kadar,
Sevdiğine her şeyini verdiğin müddetçe
Ve verebildiğin kadar gençsin
                  Nazım Hikmet Ran



10 Temmuz 2015 Cuma

Paris Gezisi




Paris Paris olalı bu kadar çok yürüyüş yapan birilerini görmemiştir :)

Evet genel olarak şiir yazdığım bloğumda bu sefer biraz farklı olarak gezi yazısı yazacağım.
Paris gezisini kendimiz hazırladık. A'dan Z'ye her şeyiyle biz planladık. Öncelikle Paris'te nereleri gezmek lazım, ne yemek lazım, nasıl ulaşımı sağlamak lazım diye eşe dosta sorarken bir yandan da sağlam bir şekilde düzgün bir blog yazısı arıyordum. Şansıma karşıma çok güzel bir site çıktı. Parisle ilgili her şey o kadar ayrıntılı ve düzgün ki tek kelimeyle hayran kaldım. Bu sitedeki bir haftalık gezi planını uyguladık ve çokta memnun kaldık. Sadece bir kaç ekleme yapmak istiyorum.

Şimdi gelelim tavsiyelere.
Pariste.net'deki gezi planını uygulayacaksanız eğer biz oradaki her gün gezilmesi gereken yerleri sabahtan öğleye kadar tamamlıyorduk, öğleden sonrada ne yapalım dediğimizde de genelde elimize ekmek-peynir ve şarap alıp Sen-Nehri kenarında gün batımı eşliğinde yiyip içiyorduk. Anlatılmaz bir keyifti.

Eğer yolunuz Notre-Dame'a düşerse hemen köprüyle adaya geçmek yerine sağdaki yoldan ilerleyip sokak aralarında dolaşmanızı tavsiye ederim. Oralarda çok güzel bir dondurmacı, fırın ve peynirci bulduk. Zaten bu 3 lezzetide genelde iyi kalitede her yerde bulabilirsiniz :)
En aşağıda ilgili sokak isimlerinin resimlerini sizlerle paylaşacağım. İnternete yazsanız direk karşınıza da çıkar.

İlla ki gezinizde Lafayette'ye yer ayırın derim. İçindeki ürünleri çok ucuz olmasa da öğlen vaktinde karnınızı doyurabileceğiniz çok güzel yemekler mevcut. Opera binası sağınızda kalacak şekilde 3 binadan oluşan Lafayette'ye bakarsanız hemen solunuzda kalan binanın üst katlarında güzel yemekler satılıyor. Biz ordan pizza ve 2000 yılında üretilmiş küçük ve ucuz bir şarap aldık( şaraplar her zaman ucuz, Türkiye'deki kadar pahalı olamaz zaten). Ardından nerede yemek yiyelim derken Lafayette'nin diğer binaların birinde teras olduğunu gördük. Terasa çıkınca da manzara karşısında bir süre sessiz kalmak kaçınılmaz oldu. Fransa ayaklarımın altında Eyfel kuleside tam karşımızdaydı. O manzara eşliğinde karnınızı doyurmakta bize unutulmaz bir an yaşattı :)

Louvre Müzesi kesinlikle 1 günde bitmiyor. Ona en azından 2 gün ayırmanızı tavsiye derim. Ya da en çok görmek istediğiniz alanları önceden internetten araştırıp direk onları görmeniz iyi olur. Tarihi eserlere bakarken zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz.

Her yere metro ile gitmektense yürümenizi tavsiye ederim. Ben ki İstanbul'da iki adımlık yeri tarif et deseniz zorlanırken Paris'te her şeyin yerini hemen öğrendim. O kadar düzenli ve sessiz bir şehir ki zaten kaybolmanız ya da arabalar tarafında ezilme tehlikesi geçirmeniz çok zor.

Pariste.net'de önerilen İspanyol lokantasına kesinlikle gidin derim. Hem indirim yapıyorlar. Gayet uygun fiyata nefis İspanyol yemekleri yeme fırsatınız oluyor.

Ve elbette Disneyland'a uğramadan geri dönemeyin, pişman olursunuz.

Şimdilik aklıma gelenler bu kadar. (sokak resimlerini daha sonra paylaşacağım.)
Aklıma geldikçe yine yazarım diye düşünüyorum :)


22 Şubat 2014 Cumartesi

Sen Yokken

Etraf sessiz
İnsanlar uzak durur
Ağaçlarda çiçekler
Baharın tohumları saçılmış
Dört bir yana
Güneş ısıtır dokunduğu her yeri
Gökyüzünde martılar
Eşsiz şarkılarını bağırırlar
Dur durak bilmeden
Dinleyenlerden habersiz
Sen yoksun...

Etraf karanlık
Belki de sana göre
Bana göre
Kokusu gelir akşam sefasının
Kediler dolanır ayaklarıma
Sevilmek isterler
Severim
Asıl sevmek istediğimi severmişcesine
Gökyüzü simli siyah elbisesini giymiş
Sürünmüş dayanılmaz kokusunu
Dans eder etrafımda
Alır hayallere götürür beni
Sen yoksun...

Etraf soğuk
Gözlerim
Bir yunusun suya dalıp
Tekrar çıkması gibi
Yüzer dalgalar arasında
Elim üşümesin diye ceplerimde
Burnumda bir sızı
Aklımsa
Onu hiç sorma
O fena halde
Sen yoksun...

Etraf kekremsi
Yalnızlığın acılığı
Dudaklarımdan yüreğime...
Dayanılması zor olan
Yalnızlık değil
Sevilenin yokluğu
Elimde çay
Gözlerimde boğaz
Ama manzaram yok
Yanı başımda, yamacımda
Sen yoksun...

Anlayacağın yarim
Ne duyabilirim
Ne görebilirim
Ne tadabilirim
Ne hissedebilirim
Ne koklayabilirim
Sen yokken...

Y.G'ye...

20 Kasım 2013 Çarşamba

Y.G.

Mevsim baharın sonuydu
Hayat, kukla sanatçısı
Etrafta görünmez ipler
O nereye götürürse orada
O ne yap derse onu yapmakta
Geçti gitti günler
Kendini bilemeden
Hızlı, bir o kadar da heyecanlı
Akıllara gelmeyenler oldu
Olmaz denilenler oldu belki de
Zaman dendi sonra
Ona bırakıldı her şey
O gösterecek
Yürek fısıldadı
Umut dedi, yeşertti
Olur dendi bu sefer
Yürek fısıldadı tekrar
Sev dedi, hem de çok...


17 Kasım 2013 Pazar

Gidişat

    İsyanım var bu aralar... Haksızlıklara, söylenmeyenlere, söyletenlere, yapılmayanlara, kendini bilmezlere, gelmişlere, geçmişlere... İsyanım var her şeyde.

Neden mi? Mesela; ormanlar yok oluyor en basitinden. Hem de yok yere. Sırf bir yol açma uğruna. Yol açılacak açılmasına da, yol açma için kesilen ağaçlar yeterli gelmeyecek. O yolun etrafına petrol ofisi açılacak, ev yapılacak, ofis yapılacak. Hepsi için yer gerekecek. Her geçen gün daha fazla ağaç gidecek. Sorun ağaç değil sadece, ağaç bir misal. Bize küçüklüğümüzden beri öğretilen "çevreni koru" anlayışı yerini "çevreni sat ve kirlet" anlayışına bırakacak, hatta bıraktı.

Başka bir örnek; geçenler de bir yazı gördüm. Suriye-Nusaybin arasına duvar örüyorlarmış. Be arkadaş! Bunca zaman bir sorun olmayan sınırda ne oldu da birden bir sınır çekme telaşı başladı. Amaç kaçağı, yasadışılığı önlemek mi? Yoksa bunları devlet denetimli yapmak mı? Şu an da dünyaya bakacak olursak duvarla örülmüş sınırlar nerede kaldı. Yurtdışında bir mekanın bir yarısı başka bir ülke de, diğer yarısı ise başka. Buraya da duvar örülebilir. Neden duvar örülür? Amaç insanları korumak mı? (ki bu duvar örülerek sağlanır mı?)(belki buraya bakmak istersiniz: http://www.sabah.com.tr/fotohaber/dunya/dunyanin-en-garip-sinirlari/39320 )

Diğer örnek ise havaalanları mesela. Artık günümüzde uçakla seyahat etmeyen kalmadı. İnternetten, çevremizden hepimiz duymuşuzdur havaalanındaki yiyeceklerin pahalılığını, buna olan şikayetlerini, çok erken yola çıkmalarını (2 saat önceden yapılacak check-in için 3 saat önceden yola çıkmak gibi. ), uçuş saatindeki ani iptalleri. Bu duruma itirazını (isyanını) yazan, çizen de çokça olmuş gördüğüm kadarıyla. Ama yapılması gerekenlerden bir tanesi de sadece söylemeyip bir de resmi yollardan sesini duyurmak olmalıdır. Bu linkte havaalanında yaşadığınız sıkıntılarınızı şikayet edebileceğiniz bir site bulunuyor.

Bu liste böyle uzayıp gider. Amaç yeter ki bir şeyleri şikayet etmek olsun. Yapmak gereken çözüm üretmek olmalı, olmuyorsa elindeki olanaklara göre doğru yolda çaba harcanmalı. Ama hiç bir şekilde böyle olmamalı... İnsanlar böyle isyan etmemeli... İsyan varsa neden diye sorulup çözüm üretilmeli.  Nazım'ın dediği gibi

"Ben yanmazsam
 Sen yanmazsan
 Biz yanmazsak
 Nasıl çıkarız
 Karanlıktan aydınlığa..."

                                  N.H.R.